HİKAYE 1 R97 CAFER BEY ANA MENZİL TAŞI 

Sütlüce'den, Çıksalın   Caddesinden  geçiyorum ....

İstanbul’un  Anadolu  yakasından,  Anadolu  Hisarı’ndan çıktım yola. Amacım Galata Kulesi’nde  bulunan Küçük Hendek Sokaktaki ofisime  gitmek . Ama o kadar çok trafik var ki  tahammül edemiyorum  rotamda gitmeğe .Halbuki Kasımpaşa üzerinden gitmekti düşüncem  Galata’ya. Ama bir kaza var işte yolda , dönüveriyorum hemen  . Bilmediğim caddelerde ilerliyorum. Sıkışınca trafik, atıyorum kendimi başka bir sokağa, başka bir caddeye. Radyomda klasiklerden  Vivaldi ’nin dört mevsim konçertası çalıyor. Tam  da bir sonbahar günü ,konçertanın  sonbahar bölümü nameleri çalarken, hafif yokuş yukarı çıkıyorum. Sağ  tarafımda Rum Mezarlığı yazısını okuyorum .Ne tuhaf hafta sonu buraya gelecektik , R97 CAFER BEY ANA MENZİL TAŞI nın ölçülerini almaya fotoğraflarını çekmeye. Malum 35 tane menzil taşının rölöve  ,restorasyon ve restitüsyon projelerini çizeceğiz. İşimiz bu.

R97 CAFER BEY ANA MENZİL TAŞI  taşının tam da bu mezarlıkta olduğunu biliyorum. Hiç girmek istemem mezarlıklara. O kaçınılmaz sonu hatırlatıyor diye herhalde. Her ölümlünün  yaşayacağı o günün sonunda , nihai evimiz olan yer. Bu gün trafik inanılmaz adeta duruyor. Birden  karar veriyorum  trafikte debelenmektense  şu R97    taşına bir göz atıvereyim , ne olur ki …

Arabayı park  ediyorum . Etrafta araba çok ama insan yok . Mezarlığa girmeye çekiniyorum. Yanımda biri olsun istiyorum. Kimse yok ortalarda. Mezarlığın tam karşısında sıra giden, düzensiz katlardan oluşan binalara  bakıyorum . Ne gelişigüzel sıralanmışlar. Kervan yolda giderken düzülür lafı acaba bu durumlar için mi söylendi diye düşünüyorum. Vakıf  yerleri  ne gelişigüzel işgal edilmiş böyle. .Gelişi güzel sıralanmış  yapılar  daha  yoktu   R97 mezil  taşına varlığını veren,  Cafer sadık bey, bu oku attığında ve bir rekor eylediğinde. . Yavaş  yavaş   ilerliyorum mezarlığa.  Tam o sırada bir evin 4. Katından bir bey bağırıyor bana ’ hanım birini mi arıyorsun meftalar arasında’

Kafamı kaldırıyorum  R97 CAFER BEY ANA MENZİL TAŞI    taşını da bir mefta olarak düşünebilir miyim diye içimden geçiriyorum. Öyle ya o da ölüler diyarında mesken tutmuş .  Etrafında kim bilir kimler var ona yarenlik ediyorlar zaman tünelinde. ‘Evet bir taş arıyorum diyorum, menzil taşı hiç bilir misiniz, gördünüz  mü.’

Yaşlı adam  ‘Ah evet diyor . Var bir taş orada. Biz geldiğimizde Mardin’den nerde ise hiç ev yoktu buralarda .Mezarlık yabancı mezarlığı idi biz de girmezdik buralara . Neden sonra belki taşındıktan altı yedi sene sonra bir gün girmek zorunda kaldım bu mezarlığa ,oğlum Emrah’ı aramak için. Alaca karanlık çökmüştü. İşten gelmiştim. Hanım yana yakıla oğlanı aramaktaydı. Bakmadığı sadece bu mezarlık kalmıştı. Bu gayri  müslim mezarlığı. İçeri biricik oğlunu aramak için bile girememişti. Hava karanlıktı korkmuştu .    Tam o sırada ben gelmesem ,belki bütün cesaretini toplayıp içeri girecek oğlumuz Emrah’ı  arayacaktı . Allahtan ben gelmiştim o sırada. Beni görünce nasıl sevinmişti oğlumuzu bulmak için bakacağı son yere yalnız girmeyecekti ne de olsa. Telaşla anlattı bana bizim ufaklığın 3 saattir bulunamadığını. Ilık yaz akşamının   alaca karanlığında çekinerek girdik Kulaksız Mezarlığına .

Farklı değildi bizim mezarlarımızdan. Ebedi dinleme evlerine uğurlarken sevdiklerini , onlar da  göz yaşı dökmüşlerdi tıpkı biz Müslümanlar gibi. Hatırlamak için yerlerini  tıpkı bizim gibi ,onlar da her birinin ayak ucuna işaret taşlarını koymuşlardı .  Müslüman mezarlarında olduğu gibi otlar bitmişti sahipsiz mezarlarda . Güllerle bezenmişti sürekli gelen misafirleri olan mezarlar . Sağa sola bakarak ilerledik karı  koca . Hava biraz   daha kararmıştı. Bu altı yedi  senedir çekindiğimiz giremediğimiz ebedi istirahat hanede nerde ise oğlumuzu aradığımızı  unutuvermiştik . Annelik işte, bizim hanım birden bire Emrah , Emrah neredesin diye bağırmaya başlamıştı . Ben de katıldım ona ‘Emrah ,Emrah’

Sanki  her yer daha sakinleşti, daha bir sesizleşti .Birbirine benzeyen taşlar arasında farklı bir taş gördük gibi geldi bize, o yöne doğru ilerledik . Evet bu farklI bir taştı . Emrah diye seslenirken, bu taşın altıda bir kıpırdanma sezdik. Kedi mi, köpek mi derken bir de baktık ki bizim Emrah uyanmış, gözlerini ovalıyor hiçbir şeyden habersiz.

Nasıl girmişdi ,ne yapmak için gelmişti buraya bilemem ama, o da farklı olan bu taşın yanına gelmiş ,belki bilinmez bir huzur duymuş ve oturmuştu  yanına ve işte uyuyup kalmıştı oracıkta. Ta ki biz onu bulana kadar.

‘O  yüzden dedi yaşlı adam bilirim o taşı, seni de ben götüreyim oraya, çok arama. Birlikte girdik içeriye. Fatiha suresi döküldü dudaklarımdan. Dua ettim hepsine ve kendi ölmüşlerime bir daha. Hikayedeki  alaca karanlığın yerinde  yağmurlu bir İstanbul sabahı vardı  şimdi . Ama değişmemişti başka bir şey. Ben de aynı şekilde sevdiklerini toprağa veren insanları gördüm gözü yaşlı. Göğe kalkan rabbimize  dua  eden insanları gördüm bu azınlık mezarlığında tıp ki Müslüman mezarlığındaki gibi. Ben de biten çalıları sıra sıra Allaha uzanan selvileri gördüm. Ben de sonbahar  güllerini gördüm. Ne tuhaf  Ok meydanına Mardin’den, taşı toprağa altın olan İstanbul’a gelen bu yaşlı adamla aynı şeyleri hissettim.  Ve o sıra da bende diğerlerinden farklı  taşı gördüğümde ,sanki altında  uyuya kalan küçük Emrah’ı gördüm.

Benim gördüğüm Emrah çok mutlu idi. Ne görmüştü rüyasında. R97 CAFER BEY ANA MENZİL TAŞI'nın  kahramanı ile konuşmuş muydu rüyasında. Yada bu taşa komşuluk  eden insanlar anlatmışlar mıydı ona kendi masallarını  .Taşın kıvrımlarına baktım ,belki  Emrah’ın gördüğü rüyadan birkaç  ip ucu  alırım diye . Ama yakalayamadım hiçbir iz. Uzun uzun baktım ona   üzerindeki yazılara ,şekline, yok susmuş hiçbir şey işitemedim. Dedim ki belki benim vazifemdir bu taşı olduğu gibi  resmetmek  çizgilere dökmek. Fotoğraflamak. Mardin’li  İstanbullu'nun  hikayesi ve onun üç  saatlik misafiri Emmrah’la olan hikayesini anlatmak ve  belgelere bakan insanlara başka hikayeler düşletmek ..

 

  HİKAYE 2

Bizim ekip gene yollarda .Silahtar Mehmet Paşa abidesinin ölçülerini almak için geldik bu gün buraya Keçeci Piri Mahallesi Toygar sokağına, bu bahçe içindeki konduya  . Bahçe kapısını çalıyoruz ,tahtadan kapıyı. Tak tak tak. Hiç ses gelmiyor. Hiç haraket yok. Tam gidecekken bir ses işitiyoruz kim o?

Biziz,  belediye den geliyoruz ,bahçenizde bir taş var fotoğraflarını çekeceğiz. Kapıyı  açabilir misiniz? Karadeniz şivesiyle konuşan yaşlı bir kadın sesi işitiyoruz. Ne yapacaksınız fotoğraf çekip. Tarihi bir taş bu diyoruz. Fotoğraf çekip onun çizimlerini yapacağız. Tarihi bir eser yok olmasın diye.

Yavaşça açılıyor  kapı . Yaşlı ,iki büklüm  Hafize  Teyze ,kapı aralığında bize bakıyor,' hayırdır evladım. Sabah sabah  başka bir işiniz yok mu, dilek taşını fotoğraflamaktan başka. Şaşkın birbirimize bakıyoruz hangi dilek taşı diye soruyoruz. Bizim Silahtar Mehmet Paşa (R2)menzil taşı dediğimiz bu tarihi eser ,nasıl dilek taşı olmuştu diye düşünüyoruz. İşte bu taş diyor  Hafize  Teyze  . Anlatmaya çaışıyoruz bu taşı  tarihdeki izleriyle. Zamanında  daha buralarda da hiç ev yokken , her yer uzayıp giden inişli yokuşlu bir arazi iken ,bir isimsiz okçunun okundan çıkan rekor eğlenen  bu yere anı olarak dikildiğini . Anlamıyor  ya da anlamak istemiyor  Hafize  Teyze .  Elli yıldır onun bu taşa yüklediği o kadar derin bir anlam var ki ,  ne okçu ,ne  de onun  rekoru , ona  anlamsız gelmekte. Bize anlatmaya başlıyor ….

Trabzon’da sevdim bizim adamı. Babam anam vermek istemediler beni. Ben de kaçtım amcanıza.  Kaçtık kaçmasına da ,lde yok avuçta  yok . Gidecek kalacak kimse  yok . Benim koca Azmi efendi dedi ki ‘Hafize  İstanbul da bizim emmi oğlunu arkadaşı  Şaban  var .Benim de asker arkadaşım. Nice dir bana der,  gel , İstanbul’un taşı toprağı altın. Sen de bir iş bulur çalışırsın. Çoluk çocuğa karışırsın. Ona gidelim, elbet bize yardım eder . Biz de ev ocak kurarız dikili ağacımız olur.

İşte böyle çıktık yola. Geldik buralara. Şaban karşıladı bizi Haydarpaşa Garı’nda. Bindik koca vapura. Süslü  hanımların  ,fötor  şapkalı beylerin arasında , mis gibi çayımızı içerek geçtik bu yana.Buraya geldik Ok Meydanına. Şaban'da kaldık  birkaç zaman . O zaman gördüm bu taşı bu evin bahçesinde. Önce bir yatır sandım. Sordum kimse bir şey demedi. Günlerce yanından geçerken dua ettim. Çekinir  tam olarak bakamazdım  bile . Sanki canlı idi beni takip ederdi. Bir gün ,bir cesaret bakabildim tam olarak. Bir ağlama geldi mi içime o anda. Anamdan babamdan ayrı birinin  yanına sığınmış oturuyorduk  burada . Taşla konuşmaya başladım ‘ Senden korktum, ama bak şimdi rahatça bakıyorum sana. Derdim çok kimseye söyleyemem  anam yok babam yok burada . Çok özledim hepsini ama dönemem  geri . Burada dört   kişilik bir ailenin yanına sığındık. Ben de evim olsun ocağım olsun, konum komşum olsun isterim ama ne çare ümidim yok.' Ağlaya ağlaya ilk geldiğimiz günden beri ilk defa göğsüme oturan o boğa kalmıştı sanki bir hafiflik gelmişti. Çok geçmedi haftasına evine misafir  olduğumuz  Şaban daha büyük bir ev aldı bir sokak üstümüzde. Asker  arkadaşı bizimkiler ne de olsa biz oturmaya devam ettik. Böylece bizim de bir evimiz olmuştu. O gün,  o taşla paylaştığım dileğim gerçek olmuştu ve o günden sonra bu taş da benim dilek taşım oldu. Her daim onla  sohbet ettim, ah taşım, Allah'ın izni ile bir evim olsun ‘dedim. İki  sene sonra  yemeyip içmeyip biriktirdiğimiz paralarla  ilk taksidini verdik Şaban’a, bu evin , sonra tamamen aldık. Taşımla konuştum Allah'tan hayırlı evlatlarım olsun, kimseye muhtaç olmayalım dedim. Allah sağlık versin dedim. Konum komşun olsun dedim. Hep dilek taşımla konuştum Allah’ımdan istedim . Hamd olsun bu günlere geldik. İşte o yüzden bu taş benim için çok önemli

Bakıp kaldık öylece .  Hafize Teyze'nin ikram ettiği taze mis gibi çayı yudumlarken taşın etrafına dikilen meyve ağaçlarını gördük. -Silahtar Mehmet Paşa (R2) menzil taşı öyle vakur duruyordu, öğle sağlam bir yer edinmişti  Hafize Teyze'nin evinde adeta evin bir bireyi gibiydi. Onun yanında yenilmiş içilmiş, Hafize Teyzenin çocukları onun yanında kahkahalar içinde saklambaç oynamış, ip atlamış, misafir sofraları onun yanına kurulmuştu. Hafize  Teyze eşi vefat ettiğinde onun bağrında ağlamıştı.  Elli sene bu dile kolay ,Hafize Teyze ona misafir olmuştu.

Bu sabah buraya gelmiştik ve kapıyı çalmıştık ve  şöyle demiştik ‘Biziz belediyeden geliyoruz bahçenizde bir taş var fotoğraflarını çekeceğiz. Kapıyı açabilir misiniz.’ Karadeniz  şivesiyle konuşan yaşlı bir kadının  sesini işitmiştik.’ Ne yapacaksınız fotoğraf çekip’? Tarihi bir taş bu demiştik . Fotoğraf çekip, onun çizimlerini yapacağız. Tarihi bir eser yok olmasın diye ….

Kendi kendime gülümsedim  ve o zaman anladım ki, bu taş hiç kaybolmayacak  nesilden  nesile anlatılacak Hafize  Teyzenin dilek taşı olarak...

 


HİKAYE 3

Yek pare Osmanlı mermerinden  Şakir Ağa Menzil Taşı ,kaldırımın kenarında boynu bükük öylece duruyor .üzerinde celilsüils olarak

 Musahıb-i Hazret-i Şehriyari 

Şakir Ağanın

Menzilidir  sene 1203-1788

Yazmakta.

Musaib adıyla anılan Şakir Ağa, muhtemeldir ki,Padişah  1.Mahmud ‘la şehzadelik dönemlerinden bereberdi Yol arkadaşı idiler, birlikte eğlendiler aşk-meşk işlerinde birbirlerinden haberdardılar.

Belki bu rekorun kırıldığı gün birlikte ok  atmadaydılar. O gün kırdı bu rekoru Şakir Ağa, rekoru neydi yazılmadı menzil taşına...

Bu yol  arkadaşının  rekorunu  ölümsüzleştiren bu taş, şimdilerde yol kenarında boynunu eğmiş, tarihte yaşadıkları   karşısında . Kuşkusuz   hak etmemekte bu yeri onca aştan meşkten sonra.

Beyaz badanalı duvara bakıyorum taşın tam arkasında kavun içi renklerle  AŞK  yazmakta

Bilmem  hangi  ok meydanlı  yazdı bu yazıyı o duvara. Biliyor muydu  , Muhasib –i  Hazret-i Şehriyar-i Şakir Ağa’yı  ve onun padişaha sadakatla bağlı olduğu aşkı. Ya da  hangi  selvi boylu ceylan bakışlıya adamıştı bu yazıyı. O da çocukluktan beri aşık mıydı bu ceylan gözlüye .O  da sevdiği ile tatlı tatlı  sohbet etmiş miydi bu kaldırım taşında.

Ok meydanlı yağız delikanlı, o daracık kaldırımla bina arasına o yazıyı yazmak için ne kadar zorlanmış olmalı . Niye orayı seçti ,hemen bir  metre sağa sola yazabilirdi bu yazıyı , o zaman   bu kadarda  zor olmazdı  çalışma, aşkını yazmak için. Belki bilinmez bir iç ses ona  tamda buraya yazdırdı bu kelimeyi  ,arkasında büyük bir aşk adamını işaret etmek için, hayatta tesadüf yok ise…

 

Musaib  Osmanlı döneminde, padişahların şehzadelik dönemlerinden itibaren onlarla birlikte olmuş, eğitim görmüş ve birlikte büyümüş oldukları yol arkadaşlarına, diğer bir deyişle, sohbette, eğlencede çoğunlukla beraber ama her daim birbirlerinden haberdar oldukları bir ya da bir kaç kişiye verilen ad.

Mahmud
Gazi

2 Ekim 1730

13 Aralık 1754

II. Mustafa ve Saliha Sebkat-î Sultân’ın oğlu;

Ölene kadar tahttan inmedi.[43]